İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, “Sürdürülebilir Bir Dünya İçin… Barış” temasıyla yeni sezonda yola çıktı, perdelerini açtı. Gelenekten gelen ilk kadın genel sanat yönetmeni olan Ayşegül İşsever ile yeni mevsim üzerine konuştuk.
– İstanbul Şehir Tiyatrosu yeni sezonu kaç yeni oyun ile karşılıyor?
Hatırlarsınız, ilk göreve geldiğimde “İstanbul Klasiklerle Buluşuyor” repertuvarımızı iki yıllık bir planlama doğrultusunda açıklamıştık. Geçtiğimiz yıl da “Sürdürülebilir Bir Dünya İçin Barış” temasıyla, yine iki yıllık bir repertuvar açıkladık.
Bu sezon, bu repertuvarımızın ikinci yılındayız. Barış vizyonumuzu geçtiğimiz sezon Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi romanının sahne uyarlamasıyla başlatmıştık. Bu sezon bu temamızı sürdürüyor ve repertuvarımızı açıkladığımız oyunlarla ve ilave oyunlarımızla güçlendiriyoruz. Bu bağlamda Friedrich Dürranmatt’ın “Yaşlı Bayanın Ziyareti” isimli oyununu, “Bir Ziyaret” ismiyle “barış” temamızın ikinci yılının açılış oyunu olarak seyircimizle buluşturduk. “Barış” temamızın ikinci sezonunda, yedi yeni oyunumuzu seyircimize duyurduk. Biz büyük bir aileyiz. Yeni oyunlar için de ufkumuzu açık tutuyoruz.
UYUM…
– Ana tema ve repertuvar arasındaki bağı nasıl kurdunuz?
Ana temamız barış olduğundan, repertuvar çeşitliliğimizi oluştururken bu temel temaya bağlı kalmaya çalışıyoruz. Yazarın hayal ettiği bir kasaba olan Güllen’e yıllar sonra zengin bir kadın olarak gelen Claire’in adalet arayışı ve toplumsal barışın bozulduğu bir iklimde adaletin ne kadar geç geldiğini anlatmak bizim için önemliydi. Oyunumuz seyircimizle buluştu.
Bu oyunumuzu Gazze’de insanlık dışı bir zulme maruz kalan, yerlerinden edilen ve evleri, şehirleri yıkılan, ölen çocuklara ve oradaki insanlara ithaf ettik. Çünkü Güllen hayali bir kasaba olsa da Gazze, gözümüzün önünde yaşanan bir insanlık trajedisini tarif ediyordu. Biz buna kayıtsız kalmak istemedik.
– Repertuvar hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz?
İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak hem “Klasikler” hem de “barış” repertuvarıyla, hem kendi çağına hem de evrensel olarak dünyaya ve elbette ki seyircimize, sözü olan, duruşu olan bir repertuvar hazırlamaya özen gösteriyoruz. Seyircimizle özel bir bağımız var. Ve seyircimiz bizim bu yaklaşımımızı çok iyi anlıyor. Bu nedenle oyunlarımız bilet satışından dakikalar sonra tükeniyor. Kuşkusuz yıllar sonra bu döneme bakanlar ve inceleyenler de, barış temamızın ne kadar özen, dikkat ve hassasiyetle seçildiğini görecektir.
Çok özel ve zor zamanlardan geçiyoruz. Biz, 111. yaşını kutlayan bir sanat kurumu olarak, bunca zamanın verdiği bilgelik ve bakış açısıyla, insana, hayata, topluma ve dünyaya bakıyoruz. Arkadaşlarımızla sürekli bu konuları konuşuyor, repertuvarımızı farklı disiplinlerden ilham alarak, bilgilenerek, araştırarak ve gözlemleyerek yapıyoruz.
İNSANİ DUYARLILIK…
Bu sezonu geçtiğimiz sezonlardan farklı kılan nedir? Biz sanatçılar, toplumsal ve insani duyarlığı yüksek insanlarız. Geçtiğimiz yıl, aslında global olarak dünyada ve yaşadığımız sokaklarda, negatif bir enerjinin dolaştığını hissediyorduk. Fütüristler yaklaşan bir 3. dünya savaşından bahsediyordu. Biz, haber kanallarına baktığımızda, bunu haklı çıkaracak olayların yaşandığını görüyorduk. Bir sanat kurumunun sorumluluğuyla, İstanbul’dan “barış” sesini yükseltmek istedik. Ve iki yıllık repertuvarımızı bu başlıkla duyurduk.
Bugün geldiğimiz noktada, savaşın acı görüntüleri geldikçe, bütün dünya halklarının “barış” sesleriyle sokaklara çıktığını görüyoruz. Liderler bir araya geliyor ve barışı konuşuyor. Bu sezonumuzu farklı kılan şey, ilk başta bizim sanatsal vizyon olarak doğru bir yerde durduğumuzu, sözümüzü doğru yerden söylediğimizi gösterdi. Elbette savaşlar olmasın, insanlar, çocuklar ölmesin ve kimse yerinden yurdundan edilmesin. Göç gibi insanlığı ve değerlerini yok eden acı olaylar yaşanmasın. Keşke bu olaylar yaşanmasaydı. Ancak bu sezonu başlatırken barış temamızın doğruluğu, geçen sezonlara göre de bir farklılık oluşturdu. Sahneler gençlere emanet
– Yeni atölyeler, çalışmalar ve hedeflerden bahseder misiniz?
Aslında şunun farkındayız. Sadece oyun sahneleyerek sanat kurumumuzu geleceğe taşıyamayız. Bu bilinçle, özellikle Çocuk Şenliği’nde çocuklarımızla, Genç Günler’de gençlerimizle bir araya geliyoruz. Bu festivallerde düzenlediğimiz atölyeler ve söyleşiler, karşılıklı yararlandığımız buluşmalara bir zemin oluyor.
Biz çocuklarla, gençlerle iletişim ve etkileşimin dilini arıyoruz. Bunun için büyük bir gayret gösteriyoruz. Çünkü onlar, yarın bizim çıktığımız sahnelerde oyun oynayacak, salonlarda oyun seyredecekler.
Biz, gençlere sahnemizi emanet edeceğiz. Hep böyle olmuş. Bu anlamda atölyelerde, mesleğimize ilgi duyan gençlerle yakın bir etkileşim halindeyiz. Aynı şekilde Çocuk Eğitim Birimimiz, yetenekli çocuklarımıza, iki yıl süreyle nitelikli bir eğitim veriyor.
‘TİYATROYA İLGİ ARTTI’
– Sizce ekonomik kriz tiyatroyu nasıl etkiledi?
Aslında pandemi sonrası tiyatroların olumsuz etkileneceğine dair de sorular gündeme gelmişti. Ekonomik kriz zamanlarında da tiyatronun nasıl etkilendiğini merak ediyoruz. İlginçtir pandemi döneminde platformlar hayatımıza girdi ve sonrasında bu süreçten en çok etkilenen, sinema sektörü oldu. Hâlâ da toparlanabilmiş değil. Ancak yine ilginçtir, pandemi sonrası tiyatro seyircisinde büyük bir artış oldu. Az kişili oyunlardan ziyade, bizim Klasikler sezonunda yaptığımız kalabalık kadrolu büyük yapımlar, elbette seyircimizin de ilgisini çekti.
Biz İstanbul seyircisine nitelikli sanat sunuyoruz. Yerli ve yabancı oyunlardan yaptığımız repertuvar, çoğunlukla özel tiyatroların yapamayacağı oyunları seyircimize sunuyor. İstisnaları elbette ki var. Ancak varlık nedenimiz, uygun fiyat politikası ve tiyatro sanatının varlığını kurumsal olarak geniş seyirci kitlesiyle buluşturmaktan ibaret. Ve yerel yönetim desteğiyle, bilet fiyatlarımızı dengeliyoruz. Buna rağmen, iki yeni oyunumuzun dışında, diğer oyunlarımızın sahnesini depomuzdaki malzeme ve aksesuvarlarla hazırladık.