İklim krizinin derinleştiği bir dönemde okyanusların karbon tutma potansiyeli, sürdürülebilirlik gündeminin giderek daha önemli bir başlığı haline geliyor. Ancak bilim insanları, iklim hedeflerine ulaşmak için okyanus tabanlı karbon giderim teknolo jilerine bel bağlamanın henüz güvenli olmadığını vurguluyor. Bu yöntemler gelecekte kritik rol oynayabilir, fakat bugün asıl önceliğin emisyon azaltımı olduğu ve okyanusların korunmasının her zamankinden daha büyük hassasiyet gerektirdiği belirtiliyor.
Okyanusların karbon tutma kapasitesi iklim çözümlerinde umut vaat etse de uzmanlar, aceleci teknolojik uygulamaların yeni çevresel riskler doğurabileceği konusunda dünyayı uyarıyor. COP30’da yayımlanan son rapor, deniz karbon gideriminin geleceğin bir aracı olabileceğini, ancak bugünün güvenli ve doğrulanabilir yöntemleri arasında yer almadığını belirtiyor.
Dünya okyanuslarının atmosferdeki karbondioksiti emme kapasitesinin, iklim krizinin yavaşlatılmasında önemli bir rol oynayabileceği uzun süredir biliniyor. Ancak Avrupa Birliği’ne bağlı bir uzman paneli, mevcut deniz karbon giderim teknolojilerinin geniş çapta uygulanmaya hazır olmadığını ortaya koyan bulgular paylaştı. Rapora göre, bu yöntemlerin gerçekten işe yaradığını ve yeni çevresel tehditlere yol açmadığını gösterecek güvenilir bilimsel kanıtlar hâlâ yetersiz.
Sorular hâlâ netlik kazanmış değil
Deniz karbon giderimi, okyanusların doğal karbon döngüsünü güçlendirmeye odaklanan biyolojik, kimyasal ve fiziksel yaklaşımları kapsıyor. Plankton büyümesini teşvik eden müdahalelerden deniz suyundan karbondioksit çekerek derin okyanusta depolayan sistemlere kadar pek çok yöntem araştırılıyor. Ancak bu çözümlerin etkisini doğrulamak karada kullanılan tekniklere kıyasla çok daha zor. Okyanusta depolanan karbonun ne kadar süre tutulacağı, hangi koşullarda geri atmosfere dönebileceği gibi kritik sorular hâlâ netlik kazanmış değil.
Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Helene Muri’nin başkanlık ettiği yeni bir çalışmaya göre okyanuslara umut yüklemek tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Konuya ilişkin açıklamada bulunan Muri, “Okyanuslar iklim çözümünün bir parçası olabilir ancak önce korunmaları gerekiyor. Ortak bir fayda için okyanusları korumak zorundayız. Ölçeklendirmeye geçmeden önce güçlü bir izleme ve doğrulama sistemine sahip olmalıyız” dedi.
Muri’nin de altını çizdiği üzere, dünyada 1,5°C ısınma sınırının aşılması giderek kaçınılmaz hale geliyor. Bu durum, emisyonların hızla azaltılmasını ve kalan emisyonların dengelenmesi için gelecekte büyük ölçekli karbon giderim yöntemlerinin devreye alınmasını zorunlu kılıyor. IPCC senaryoları, yüzyılın sonuna doğru yılda 5–10 gigaton karbondioksit giderimine ihtiyaç duyulabileceğini gösteriyor. Bu devasa miktar, okyanus temelli yöntemlere olan ilgiyi artırıyor ancak belirsizlikleri de aynı ölçüde büyütüyor.
Deniz yöntemleri için net standartlar henüz yok
Kara tabanlı çözümler örneğin ağaçlandırma veya doğrudan hava yakalama tesisleri şimdiden uygulanabilirliğini kanıtlarken, deniz yöntemleri için henüz net standartlar yok. Okyanusta depolanan karbonun takibi, uluslararası protokoller, bağımsız doğrulama adımları ve olası ekosistem etkileri hâlâ çözüm bekleyen konular arasında.
Uzmanlara göre en büyük risk, doğrulanmamış yöntemlerin karbon kredisi adı altında hızla yaygınlaşması. Konuyla ilgili uyarıda bulunan Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Helene Muri, “Eğer karbonun nereye gittiğini veya atmosferden ne kadar süre uzak kaldığını doğrulayamıyorsanız, kullanılan hiçbir yöntemin geçerliliği yoktur” diye konuştu.
İklim krizine mucize etkisi sunmayacak
Tüm bu belirsizliklere rağmen bilim insanları, gelecekte karbon gideriminin kaçınılmaz olacağını ve okyanus temelli yöntemlerin potansiyelinin tamamen göz ardı edilemeyeceğini kabul ediyor. Ancak bu teknolojilerin iklim krizine mucize bir çözüm gibi sunulması doğru değil.
Ölçeklendirmeden önce titiz standartlar, şeffaf izleme sistemleri ve güçlü çevresel güvenlik yaklaşımı hayati önem taşıyor. COP30’da paylaşılan rapor, iklim eyleminin merkezine hâlâ emisyon azaltımının konulması gerektiğini vurguluyor. Okyanus tabanlı teknolojilerin rolü ise ancak bilimsel temeli güçlendirildiğinde ve ekosistem güvenliği garanti altına alındığında netlik kazanacak.

